top of page

Kimliğini Koruma Mücadelesi: ''Karısını Şapka Sanan Adam''

  • aleynaincekas
  • 18 Nis
  • 3 dakikada okunur

''İnsan gerçekliği algılayamadığı bir dünyada nasıl ‘’ben’’ kalabilir? ''







Oliver Sacks'ın Karısını Şapka Sanan Adam kitabında yer alan Dr. P. vakası, yalnızca bir nörolojik bozulmanın değil, aynı zamanda bireyin benliğini, kimliğini ve öz farkındalığını nasıl korumaya çalıştığının çarpıcı bir örneğidir.





Dr. P., yetenekli ve tanınmış bir müzisyen; aynı zamanda bir müzik okulunda öğretmenlik

yapan saygın bir isimdir. Nörolojik muayenelerinde ne görme yetisinde bir bozulmaya ne de demansa dair herhangi bir belirtiye rastlanmıştır. Ancak onun dünyayı algılama biçimi, sıradan bir bakışın çok ötesindedir. Zaman zaman su musluklarını çocuk başı sanıp sevgiyle okşamaktadır. Görsel agnozi tanısıyla uyumlu semptomlar gösteren Dr. P., nesneleri ve insan yüzlerini tanıyamamakta, detaylara odaklanarak onları anlamlandırmaya çalışmaktadır. Yani büyük resmi görememektedir.


''Dr. Sacks’ın odasından ayrılırken, yanında oturan eşini bir şapka zannetmesi bu durumu en açık biçimde gözler önüne serer. Dr. P., eşini bütün olarak algılayamamış; yalnızca başının üstündeki saçları görmüş ve bunu bir şapkanın durduğu standa benzetmiştir. Burnu, gözleri gibi diğer ayırt edici özellikleri fark edene kadar eşinin kafasını giymeye çalışmıştır.''

 

Beynindeki tahrip sonucu, tüm duyusal, somut, kişisel, ‘gerçek’ unsurları kaybetmiş; gerçeklik algısı soyut, şematik ve kategorik olana indirgenmiştir. Kendisine bir gül uzatıldığında, onu “düz ve yeşil bir bağlantısı olan kıvrık kıvrık kırmızı bir yapı” olarak tanımlamıştır. Ancak kokladığında bir gül olduğunu anlayabilmiştir. Gerçekliği, görerek değil; koklayarak fark edebilmiştir. 🌹  


Dr. P.’ye çeşitli fotoğraflar gösterildiğinde ise, Churchill’i, Einstein’ı tanıyabilmiş; ancak eşini, ailesini ve hatta kendisini tanıyamamıştır. Bunun nedeni Einstein’ın saçları, Churcilli’in meşhur purosu onların anahtar özellikleriydi ve biçimsel, şematik şeylerdi. Söz konusu ayırt edici işaretler olmadığında Dr. P. tamamen kayboluyor, gerçeklik onun için dağılıyordu.


Onun yapamadığı tek şey gnosis (idrak yetisi) değildi. İşaretler olmayıp gerçeklik dağıldığında insan yüzleri sadece bir görsel bulmacaya dönüşüyordu. Sevdiği insanların yüzlerine dahi kişisel ya da duygusal bir anlam atfedemiyor, onlarla ilişki kuramıyordu. Biçimsel bir tanıma yetisine sahipti; fakat hiçbir kişisel gnosis belirtisi göstermiyordu. Yüz ifadelerine karşı kör ve ilgisizdi dolayısıyla da duygulara…


''Görsel agnozi, sadece bir tanıma bozukluğundan öte belki de kişilerarası bağların oluşmasında derin bir bilişsel kopukluğa da neden olabilmektedir?''


Bu bilişsel yıkıma rağmen, Dr. P. , dış dünyayı doğru anlamlandıramasa da içsel dünyasında ‘kimlik bütünlüğünü’ sürdürmeye çalışmıştır. Davranışlarında tutarlılık, mesleğine olan bağlılık ve özellikle müzik onun zihinsel sabitini oluşturmuştur. Müziği merkezde tutarak kendine ait bir denge mekanizması yaratmıştır. Bu, hem bir savunma hem de bir yeniden inşa çabasının göstergesidir. Günlük hayatının her anını melodilerle örmüştür: duş alırken başka, yemek yerken başka, üstünü değiştirirken başka bir melodi…  Bu şarkılar onun gerçekliğe kök salma ve kimliğini yaşatma biçimidir. Sesler onun için yön, bağ ve kimliktir.


Dr. Sacks’ın onu muayene ettiği gün, yemek sırasında (Dr. P., yerken şarkı mırıldanıyor) her şey normal görünürken kapının aniden sertçe çalınmasıyla Dr. P. bir anda donar. Gerçeklikten kopmuş gibi şaşkın bir halde kalakalır. Masa, kekler ve etrafındaki nesnelerle olan ilişkisini kaybeder. Ancak eşi fincana kahve doldurduğunda, kahvenin kokusunun taşıdığı çağrışımlarla tekrar gerçekliğe bağlanabilir. Bu, kimliği ayakta tutan hassas dengenin hayatın sıradan bir günündeki önemli bir örneğidir.


Literatürde “kimlik”, bireyin kendini nasıl tanımladığı, dünyadaki yerini nasıl konumlandırdığı ve yaşama nasıl anlam yüklediğine dair bir yapı olarak ele alınır. Kimlik, bilişsel, duygusal ve toplumsal birçok bileşenin etkileşimiyle oluşur. Dr. P., kimliğine sahip çıkabilmek için müziğini kendine sığınak yapmıştır. Artık onun için zihninde kalan haritaların çoğu görsel değil işitseldir. Büyük bir tutkuyla icra ettiği yeteneği olan müzik, ona bilişsel yıkıma karşı korunmuş bir alan verdi ve kimliğini sürdürebilmesine yardımcı oldu.




Nörolojik hastalıklarda sıkça görülen bir psikolojik savunma mekanizması olan bozulmayan yönleri merkeze alarak bir benlik sürekliliği yaratmanın en iyi temsillerindendir bu vaka. Aynı zamanda varoluşsal bir sorgulamayı da içinde barındırır. İnsan gerçekliği algılayamadığı, muhakeme yetisi zayıfladığı bir dünyada nasıl ‘’ben’’ kalabilir?


‘Viktor Frankl’ın anlam arayışı kuramıyla da ilişkilendirilebiliriz. Kişi, koşullar ne olursa olsun, yaşama anlam yüklediği sürece bir kimlik bütünlüğünü sürdürebilir.

Kimliği koruma çabası, aynı zamanda kişinin benlik saygısını ayakta tutma girişimidir. Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı'nda yaşlılık döneminde ortaya çıkan “benlik bütünlüğüne karşı umutsuzluk” çatışması da bu bağlamda değerlendirilebilir. Dr. P., tüm bilişsel kayıplarına rağmen kendini bir hasta olarak değil; bir öğretmen, müzisyen ve eş olarak tanımlamaya devam eder. Bu, onu psikolojik bir çöküntüden ve ıstıraptan koruyan en güçlü unsurlardan biridir.

 

Sonuç olarak, Karısını Şapka Sanan Adam vakası yalnızca bir nörolojik bozukluğun değil;  insan zihninin dirençli doğasının da bir anlatısıdır. Dr. P. , bizlere bir şeyi unutmanın ya da görememenin ötesinde, insanın kendini tanıma ve tanımlama çabasının ne kadar temel ve vazgeçilmez olduğunu gösterir. ✨










 
 
 

Comentários


bottom of page