top of page

Psikanaliz ve Psikopatolojinin Kökleri: Çatışma mı, Duraklama mı?

  • aleynaincekas
  • 22 Şub
  • 3 dakikada okunur

Psikanaliz, bireylerin kendileriyle ve çevreleriyle kurdukları ilişkiyi dönüştürmeyi amaçlayan bir yaklaşımdır. Bu süreçte kaygılar, korkular ve geçmiş travmalar tamamen yok olmasa da, bireyin onlarla kurduğu bağ değişir. Kişi, geçmişini ve bugününü farklı bir perspektiften ele almaya başlar.

Psikanalitik ekolleri bilmek, kişinin derinlerdeki bağlantılarını anlamaya yönelik sezgiler kazanmamıza yardımcı olur. Neye odaklanacağımızı, hangi soruları soracağımızı ve nasıl bir yol izleyeceğimizi ekoller belirler. Amaç yalnızca davranış değiştirmek değildir; asıl mesele, bu değişimin kişinin içsel bütünlüğünü nasıl etkilediğidir. Ancak iyileşmenin süresi ve biçimi kişiden kişiye değişir.

Psikopatolojinin Kökeni: Neden ve Nasıl?

En çok tartışılan konulardan biri psikopatolojinin neden ortaya çıktığıdır. İnsanlar neden psikolojik rahatsızlıklar geliştirir?

Örneğin, teneffüste arkadaşlarıyla oyun oynamak yerine böcekleri inceleyen, onlara teraryum hazırlayan bir çocuğu ele alalım. Bu davranışı ne zaman psikopatoloji olarak değerlendiririz? Burada kritik olan, çocuğun bu davranışı nasıl bir bağlamda sergilediğidir. Eğer diğer çocuklarla iletişim kuramadığı için yalnızca böceklerle vakit geçiriyorsa, bunu bir semptom olarak değerlendirebiliriz. Ama mesele böceklerle ilgilenmesi değil; neden diğer çocuklarla iletişim kuramadığını anlamaktır.

Benzer şekilde, takıntılı düşüncelerle gelen bir bireyin her olaydan önce 20 kez ellerini yıkadığını düşünelim. Sadece el yıkama davranışını durdurmaya çalışmak çözüm sağlamaz. Asıl önemli olan, bu davranışın altında yatan nedenin ne olduğunu anlamaktır. Aksi takdirde, bilinçdışındaki çatışma başka bir biçimde kendini göstermeye devam edecektir.

Freud ve Revizyonistler: Dürtüler mi, Çevresel Etkiler mi?

Freud’a göre, insanların içinde vahşi ve ilkel dürtüler vardır. Medeniyetin bir parçası olarak, bu dürtüleri bastırırız ve bastırma sonucunda psikopatolojiler ortaya çıkar.

Revizyonist psikanalistler ise bu görüşe karşı çıkar. Onlara göre dürtüler herkes için doğaldır ve bunların kendiliğinden patolojik bir yapıya sahip olması gerekmez. Asıl sorun, çevrenin bu dürtülere nasıl tepki verdiğidir. Yani psikopatolojiler, kişinin içinde doğrudan var olan şeyler değil, çevresel etkileşimlerin sonucudur.

Freud başlangıçta çocukluk travmalarının psikopatolojinin temel nedeni olduğunu düşünmüştü. Ancak daha sonra, yalnızca travmatik olayların değil, içsel dürtülerin ve fantezilerin de etkili olduğunu savundu. Önemli olan, kişinin yaşadığı olayları nasıl anlamlandırdığıdır. Çünkü “travma” dediğimiz şey, sadece yaşanan olay değil, o olaya verdiğimiz anlamdır.

Psikopatolojiyi Açıklayan Farklı Yaklaşımlar

Winnicott, Freud’un aksine psikopatolojiyi dürtüler üzerinden değil, ilişkisellik üzerinden açıklar. Ona göre, sağlıklı bir ruhsal gelişim için “yeterince iyi” bir ebeveynlik gereklidir. Freud, içimizde olumsuz şeyler olduğu için psikopatoloji geliştirdiğimizi söylerken, Winnicott olumlu olanın eksikliğinin bu duruma neden olduğunu öne sürer.

Nesne ilişkileri kuramı, psikolojik rahatsızlıkların temelinde ebeveynin çocuğa gerekli olan şeyleri sunamamasını vurgular. Ego psikolojisi ise, ebeveynin kendi çözülememiş çatışmalarının çocuğun psikolojik gelişimini sekteye uğrattığını söyler. Yani ebeveyn, kendi meselelerini çözemedikçe çocuğuna sağlıklı bir ortam sunamaz.

ree

Doğa mı, Çevre mi?

Psikolojik gelişimde hem doğa (biyolojik faktörler) hem de çevre (ebeveyn tutumları, sosyal etkileşimler) birlikte rol oynar. Klasik psikanalitik yaklaşımlar içgüdüleri ön planda tutarken, daha çağdaş ekoller çevresel faktörlerin önemine vurgu yapar.

Ancak, psikanalizde en önemli noktalardan biri içsel bütünlük kavramıdır. Bir kişi, psikoterapi sürecinde içsel bütünlüğünü sağlamaya başladığında iyileşme gerçekleşir. Ama neden bazı insanlar semptomlarından bir türlü kurtulamaz?

Örneğin, klasik psikanalizde psikopatolojilerin temelinde bilinçdışı çatışmaların olduğu söylenirken, çağdaş analizde gelişimin duraklamasından söz edilir. Yani, bazı insanlar ruhsal gelişimlerinin belirli bir noktasında takılı kalmış olabilir.

Ebeveynin eksikliği de burada önemli bir faktördür. Örneğin, baba figürünün yetersiz olduğu durumlarda, birey yetişkin hayatında belirli alanlarda eksiklik hissedebilir. Bu eksiklik, klasik psikanalitik yaklaşıma göre bilinçdışı çatışmalardan, ego psikolojisine göre ise gelişimin belirli bir noktada duraklamasından kaynaklanıyor olabilir.

Sonuç: Psikopatolojiye Nasıl Bakmalıyız?

Çağdaş psikanalitik yaklaşımlar, klasik ve modern kuramları sentezleyerek bireyin ruhsal gelişimini daha bütüncül bir şekilde ele alır. Freud’un dürtü çatışmalarına dayalı modeli ile gelişimsel duraklamaları temel alan yaklaşımlar birbirini tamamlar.

Önemli olan, insan zihninin statik değil, dinamik ve karşılıklı etkileşim içinde olan bir sistem olduğunu kabul etmektir. Doğa ve çevre birbirinden ayrı değil, iç içe geçmiş kavramlardır. Her bireyin ruhsal yapısı, hem doğuştan gelen biyolojik yatkınlıkları hem de çevresel faktörlerle şekillenir.

Psikanaliz bize, iyileşmenin yalnızca semptomları gidermek değil, kişinin kendi içsel dünyasıyla barışmasını sağlamak olduğunu hatırlatır. Gerçek değişim, kişinin kendisiyle ve geçmişiyle kurduğu ilişkiyi dönüştürebilmesidir.


ree







 
 
 

Yorumlar


bottom of page